Soru
Biz kulların iyilikleri kötülüklerin zıddı anlamında. Her varlık ve mefhum zıddı ile bilinmekte. Oysaki Hazreti Allah'ın zatının ve sıfatlarının zıddı yoktur. O halde Allah'ın iyiliğini nasıl kavrayabileceğiz? Nitekim, tarihte bazı sapık fırkalar, Hazreti Allah'ın iyiliğini anlayamadıklarından şeytanı, haşa Allah'ın öbür yüzü olarak nitelendirmişlerdi. Anladığımıza göre rabbimizin iyiliği mutlak anlamdadır ve zıddı yoktur. Acaba varlık kanunları dahilinde Allah'ın iyilik vb. sıfatları kavranabilir mi?
Cevabımız
eger sizde soru sormak istiyorsanız hakan_162hotmail.com iletişime geciniz
Değerli Kardeşimiz;
- Allah’ın ne zatında, ne de sıfatlarında zıddı yoktur; bu doğrudur. Ancak, varlıklardaki güzellikler “bir vahid-i kıyasi=bir ölçü birimi” olarak kullanılabilir. İnsanın kendi öz benliğine takılan “enaniyet/aidiyet/benlik/sahiplenme” mekanizması, Allah’ın sonsuz olan sıfatlarını tanımak için verilmiştir. Her insan “benim ilmim var, benden daha bilgili olanlar var, her bilenin üstünde bir bilen var; öyleyse Allah her şeyi bilen bir varlık olarak sonsuz ilmin sahibidir” diyebilir, ve sonsuz olanı itibarî ölçüler koyarak kavramaya çalışır.
- Mutlak ve muhit/kapsamlı bir şeyin sınırı ve sonu olmadığı için, ona bir şekil verilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Meselâ, karanlık gibi bir zıddı bulunmayan daimî bir aydınlık bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakikî veya vehmî/hayalî bir karanlıkla bir hat çekilse, o vakit bilinir.
İşte, Cenâb-ı Hakkın, ilim ve kudret gibi sıfatları, Hakîm ve Rahîm gibi isimleri muhit/her şeyi kapsayan, hudutsuz, şeriksiz olduğu için, onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hiss olunmaz. Sonsuz olduklarından, onların hakikî sınırları olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi/bir sınırı çizmek lâzımdır. Bu farazî çizgileri çizen ve sınırsız olan Allah’ın isim ve sıfatlarına vehmî/hayalî bir sınır tayin eden insandaki enaniyet/öz benlik mekanizmasıdır. Bu mekanizma sayesinde insan oğlu, kendinde hayalî/vehmî bir rububiyet/bir riyaset, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder, bir had çizer, onunla Allah’ın sonsuz ve sınırsız olan isim ve sıfatlarına da vehmî bir sınır çizer. "Buraya kadar benim, ondan sonra Onundur" diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücüklerle onların mahiyetini yavaş yavaş anlamaya çalışır. "Ben bu haneye mâlik olduğum gibi, Allah da şu kâinatın mâlikidir" der. Ve cüz'î ilmiyle küçük sanatçığıyla Onun ilmini, sanatını kavramaya başlar. Meselâ, "Ben şu cüzî ilmim ve küçük sanatkârlığımla şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de, şu dünya hanesini –sonsuz ilim ve sanatkârlığıyla birisi yapmış ve tanzim etmiş" der.
"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir." Ahzâb Sûresi, 33:72) mealindeki ayette yer alan emanetin bir yönü insanın söz konusu –bir vahid-i kıyasî/ bir ölçü birimi olan- enaniyetine bakar.
Buna göre, insanın “enaniyeti/öz benliği” bir ayna, bir vahid-i kıyasî, bir keşif âleti ve bir mânâ-yı harfî gibi, mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren, insan nevinin vücuduna yerleştirilen manevî bir kamera, şuurlu bir projektördür. (konuyla ilgili geniş bilgi için bk. Sözler/30. söz)